..




 

-Gidiyoruz galiba ikimizde. dedi. -Vakit geldi değil mi? Gül cevap vermedi. Kadın da onu zorlamadı. -Sen de haklısın. Öleceğimizi bilmek kolay değil ama inan böyle ben burada yatağın ucunda, sen orada dalın ucunda yaşamakla ölüm arasında sallanıyoruz ya, inan bu da hiç kolay değil. Düşünsene ne ölebiliyoruz, ne yaşayabiliyoruz. Fazlayız dünyaya. Yük oluyoruz sevdiklerimize. En iyisi gitmek biran önce. Ah! Bak ne diyeceğim sana. Hani biz insanlar hapşırıyoruz ya. İşte mesela biz türkler hapşırsak hemen çok yaşa derler. Ama almanlar hapşırsa, orada da iyi yaşa derler. Bence en doğrusunu onlar söylüyorlar. Mesele çok yaşamak değilmiş, iyi yaşamakmış. Baksana halimize, çok yaşadık da ne oldu. Azar, hakaret, kötü bakışlar... Gül biraz daha koptu dalından. Kadının kalbi sıkıştı. Karanlık çöktü kente. Sokak lambaları yandı. Oturma odasından kahkaha sesleri geliyordu. Çocukların yine misafirleri vardı demek. Ne güzel eğleniyorlar diye iç geçirdi anne. Gülümsedi. -Kuzum benim, gül elbette, ben seni çok üzüyorum, yoruyorum, haklısın. Kurban olurum sana... Gül dalından kopup pervazın üstüne yuvarlandı. Kadının kalbi durdu. Karanlık çöktü odaya. Kadın elinde çorba tabağıyla odaya girdi. Yüzü asıktı. Biraz önce dışarda kahkahalar atan kadın gitmiş yerine suratsız sinirli biri gelmişti. Kadın tabağı yatağın yanındaki sehpanın üstüne koydu. Annesine bakmadan, yorganı kaldırıp, yine yatağı ıslatıp ıslatmadığına baktı. Ve -İnanmıyorum sana anne ya! daha biraz önce değiştirdim senin altını. Sen inadıma yapıyorsun değil mi bunu. Demin içerde birazcık güldüğümü duydun, sırf ben üzüleyim diye yine yatağı ıslattın de mi. Ah anne ah! Başını kaldırdı. Annesinin gözleri kapalıydı. Eli annesinin bacağına değdi. Annesi soğuktu. Hem de buz gibi. Kadın irkildi ve korkuyla geri çekildi. -Anne... diyebildi sadece. Gerisini getiremedi. Saksı dünyada kaldı. Yatak da dünyada kaldı. Diğer eşyalar gibi, toprak gibi, hava, su, ateş gibi, her şey dünyada kaldı. Giden gül oldu, giden anne oldu. Sonra kadın çok ağladı. Dayanamadı, ara sıra gidip annesinin mezar taşına sarıldı. Mezar taşı soğuktu, hatta buz gibiydi. Mezar taşları yaşayan anneler gibi sıcak olmuyor. Yaşarken sevdiklerine sarılmayanlar, onlar öldükten sonra mezar taşlarına sarılıyorlar. Geç oluyor. Kadın da yaşlanacak bir gün. O da çocuklarına muhtaç kalacak belki. Belki onu da bir odaya yatıracaklar ve oda da bir gül olacak. Sonra gül dalından kopacak, kadın ölecek. Ve onun kızı da onun mezar taşına sarılıp ağlayacak. Bu hikaye hep böyle devam edecek. Saksı bu dünyada kalacak. Yatak bu dünyada kalacak. İlk ölen, erken ölen hep insan olacak. Yüreğini hatırla insanoğlu. Senin bir yüreğin var, hatırla...” Tamer Dursun
..


. ..